Bizi alıp sürükleyen profesyonel hayat “akışının” ve rutinlerin “zorunlu adımlarının” içinde, günler, aylar, yıllar birbiri ardına geçerken her şey yolundaymış gibi görünürken… Hiç durup düşündün mü?
İşler yetişiyor, takvim doluyor, mesajlar cevaplanıyor, çaylar içiliyor.
Ama gecenin sessiz bir anında, her şey durduğunda…
İçinden belki de şu cümle geçiyor: Bütün bunlar bana mı ait, yoksa sadece benden mi geçiyor?
Olması gerektiği gibi ilerliyor dedikleri hayatın içinde, gerçekten istediğin ne vardı?
Aldığın kararlar… senin miydi?
Gerçekten sen mi karar verdin, yoksa kararın çoktan senin yerine verildi mi?
Bir ürünü satın alırken, bir içeriği izlerken ya da bir hayali kurarken…
Ne kadarı sana ait ne kadarı senin yerine inşa edildi?
Taktığın maskeler, kurduğun cümleler…
Hangisi sendin, hangisi sadece rolün gereği?
Bir sabah kendini, dişlileri yağla çalışan bir sistemin ortasında bulabilirsin.
Ne çarkı kuran sensin.
Ne döngüyü durdurabilecek kadar güçlü.
Ama o çarkın içindesin.
Sabahları alarm çalıyor; akşamları ekran kapanıyor.
Arada yaşanmış sayılan şeyler var.
Ama yaşanmış olanla, yaşanıyor hissi arasında upuzun bir boşluk uzanıyor.
Modernlik, bize hayatı kolaylaştırmak vaadiyle sunuldu. Ama kolaylıkla gelen şey, duman gibi, uçar, dağılır… ardında ne gölge bırakır ne iz ne de bir anlam. Bugün konforun peşindeyiz ama kökü olmayan ağaç gibi yaşıyoruz. Toprağa dokunmuyoruz, geçmişle bağ kurmuyoruz, geleceğe dairse yalnızca yükleme çubuğu izliyoruz.
İnsana kendin ol deniliyor ama hangi zeminde, hangi aynada?
Dünya, artık insanca yaşamak değil, insanı biçimlendirmek için kullanılan kalıpların adı oldu.
İnsanlar artık birer bilgi sandığına dönüştü.
Her yerde bilgi var ama içeriden gelen bir ses yok.
Yığınlarca içerik, ezber, liste ve tavsiye.
Her yerden veri yağıyor, ama kimse başını kaldırmıyor.
Anlam, yavaş yavaş ekran ışığında buharlaşıyor.
Bilgi, taşınan bir yük oldu.
Anlam ise yolda düşen ilk şey.
Kendini yitiren bir insan, artık taşıdığı veriyi değil, verinin taşıdığı bir kabı andırıyor.
Zira bugün dünya, bu zihinsel kabızlığın sancısını çekiyor.
Bir evdesin ama o eve misafirsin.
Bir aynaya bakıyorsun ama yansıyan sana ait değil.
Bir kimlik taşıyorsun ama o senin değil, sistemin sana uygun gördüğü şey.
İnsanın kendine bu denli yabancılaşması, kendi sesi yerine dış dünyanın sesini aksettirmesidir. En tehlikelisi ise bireyin kendi yalanına alışmasıdır.
Gerçek ise yüzünü kolay göstermez. O bir dağın tepesinde seni bekleyen bir ışık değil, aksine, karanlık bir tünelde attığın ilk adımdır. Gerçeğin tarif edilmesi güçtür ama sahte olanın ağırlığı hemen fark edilir. Asıl sorun şu ki, insanlar artık sahte olanı normal sanıyor, gerçeği ise tehlikeli olarak görüyor. Tüm bu hız ve koşturmacanın içinde, durup sormak yerine “Boşver, akışa kapıl” demek, kimileri için daha az sancılı bir yoldur.
Peki, sen bu zamanda kendin kalmayı göze alabilir misin? Bu zamanda kendin kalmak mümkün mü?
Gerçeği aramak, çoğu zaman kalabalıktan uzaklaşmaktır.
Bu yazıyı okuduysan ya da bir an duraksadıysan, hâlâ tünelin başında olabilirsin. Belki de içindeki o sessiz ses sana fısıldıyordur: Karanlıkta yürümeyi göze alan, ışığa ulaşır.
Herkesin yolculuğu kendine özgüdür.
Belki şimdiye dek çok şey düşündün ama adım atmadın.
Belki de hayat, seni bir yol ayrımına getirmek üzere.
Belki de şimdi, sadece yönünü fark etme zamanıdır.
Belki her şey hemen değişmeyecek.
Belki de bu satırlar, sadece sende yeni bir sorunun filizlenmesine neden olacak.
Bazen bir soru bile yeterlidir; çünkü dönüşüm çoğu zaman cevapla değil, fark etmekle başlar.
Bugün, kendi sesini duyduğun, sana ait olanı hatırlatacak olan o ilk gün olabilir.
Adım atacak mısın, yoksa kalabalığa karışıp unutur gibi mi yapacaksın? İleri mi, geri mi?
Kendi hikâyene başlamak, her şeyi değiştirmek değildir.
Bu kadar hızlı ilerleyen hayatta, “Ben miyim”, “Doğru yolda mıyım?” sorusunu kendimize sorma fırsatımız olmamasına bir dur demek.
Bu duruş, sabahları biraz daha farkında uyanmak olabilir.
Gün içinde bir kahveni, yalnızca kendin için içmek olabilir.
Ya da bir akşam, sadece susup içindeki sesle kalmak olabilir.
Kendinle konuşmak.
Kendine sormak.
“Gerçekten bu muyum?” demek.
Bir defter alıp düşüncelerini yazmak.
Çoktandır okumadığın bir kitabı açmak.
Sana ait olanı geri getiren küçük adımlardır gerçeği çağıran. Sadece yürümek, adımlarını fark ederek.
İlerisi, kalabalıktan uzaklaşmak demek değil…
Sadece kendine doğru yönelmek demek.
Belki zor, belki yalnız… ama kesinlikle daha sahici.
Rolünü sürdürmek mi, yoksa kendi hikâyene başlamak mı?
Ve belki de bu kez seçim gerçekten senin.